Kayıtlar

Ötesi

Resim
  Öteden beri, en azından çocukluğumdan beri, bu yaşamda deneyimlediklerimin ötesinde bişeylerin olduğu hissi ile, var oldum. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Hep daha derinde, daha ötede, bir şeyler vardı. O şeylere ulaşma tutkusuyla hareket ettim çoğu zaman. Görünen ve bilinenle değil, görünmeyen ve bilinmeyenle muhabbet etmek içindi, yoldaki her adımım. Görünen ve bilinen sadece birer kılıftan ibaretti. Ötesi ise, asıl olan. Kolay değildi asıl olanla karşılaşmak. Korkutucuydu çoğu zaman. Bazense, büyüleyici. Ama en zoru da, onu görsen bile, algılayamama riskini taşımandı. İşte tam da bu noktada, algılayabilmenin sırrı gizliydi. Anlayabilmenin sırrı: Değişim. Zihninin eskiye ölüp, yeniye doğması. Tutunduklarını, alıştıklarını, bildiklerini bırakıp, bilinmeyene alan açabilmesi. İşte bu yüzden, her gün, merakla ve şefkatle oturmaya gayret ediyorum. Zihnimin derinlerine. Kalbimin içine. İçimdeki ötesi ve ötekinin barındığı yere. Görünür olan, bir ipucu vermeye devam ederken bakana, sa

Geri Çekilip Bakmak

Resim
  Bazen geri çekilip bir bakmak gerekir. Çevrendeki insanlara. İçinde bulunduğun ortamlara. Ve kendine. Sakin bir manzarayı izler gibi, sükunet içinde durmak. Ve sadece bakmak. İyice bakmak. Derinden. Müdahale etmeden. Karışmadan. Hiçbir hamle yapmadan. Geriden izlemek olan biteni.   Kolay iş değil elbet, sürekli hareket eden zihnin, sükunetle olan biten gözlemlemesi. Dahil olmadan, öylece kalabilmesi. Çünkü o hareket ettikçe var, hareket ettiği sürece var. Zihinsizlik, o hareket eden zihni de, hareketsizce gözlemleyebilmek belki de.  Zihnin ötesi de var böylece. Sadece bunu hatırlayabilmek mesele. 

Arkana Bakma

Resim
  Gün gelir, bir eşik atlama anının daha,  önünde bekler durur insan. Bazen kısa, bazen bir ömür sürecek kadar uzun bir andır bu. Ve bu eşiği geçmenin tek bir koşulu vardır.  Arkana bakmamak . Sadece bu şekilde, bir boyuttan diğerine geçir yapılır. Bir idrakten diğerine...Bir varoluştan diğerine...Ve bu, insan için hiç de kolay bir iş değildir. Zira sadece kendi çocukluğunu değil, atalarının çocukluğunu da taşır sırtında. Geçmişin düğümlerini çözebilmek uğruna. Oysa unutmuştur ki düğümü çözebilmenin tek yolu, arkana bakmadan yola devam edebilmektir. Arkana bakmamak, geçmişi yok saymak değildir. Onun önünde saygıyla eğilip, öğretilerini kalbine mühürleyip, yüzünü önüne, şimdiki ana, ve onun içinde saklı olan geleceğe çevirmektir. Kolay olmayan bu yolda, bazen tanıdık bir rüzgar eşlik eder insana ve onu hafifçe eşiğin diğer tarafına doğru iter. Bazense insan, türlü badirelerden geçip eşiği atlamaya hazır hale gelir ve kendi cesaretiyle atlar eşikten. Ama eninde sonunda bunu yapabilmesini

Tüm “sıradan” insanlara...

Resim
  Kimi insan vardır, içindeki cevherin ne zaman ve kime görünür olacağı kestirilemez. Böyle bir insan, kimseyi zorlamaz. Görünür olmak için çabalamaz asla. Hiçbir beklentiye girmez de. Sadece sıradan görüntüsünün altında, olduğu gibi olmaya devam eder sakince. Şefkatini baki tutar içinde. Konuşmaktansa, dinlemeyi, anlatmaktansa anlamayı tercih eder çoğu zaman. Ve bir gün, beklenmeyen, ama tam da olması gereken bir anda, sadece bakmasını bilene, görünür onun hakikati. Ta ki sıradanlığın perdesinin ardına, yeniden gömülene dek. Okyanusta batıp çıkan dalgalar gibi, bir görünür olur, bir görünmez. Bakana göre değişen ve sürekli akışta olan bir ritim saklıdır varlığında. Yine de özünde, şaşmayan, değişmeyen ve köklenmiş bir güç bulunur öteden beri taşıdığı. Böylece, zamanı geldiğinde, bu güç, ışık tutar kaybolanlara. Yanıp sönen bir deniz feneri misali... Hayatımdaki tüm “sıradan” insanlara...

Fu (Japonca Rüzgar)

Resim
                                                                                                           Uzak diyarlardan masallar getirir rüzgar. Hiç tanımadığın, bilmediğin insanlara dokunup gelmiştir buraya. Onların tenlerini bana aktarır adeta. Yüzlerini hiç görmesem de, isimlerini hiç bilmesem de, benden önce onlara dokunmuştur. Benden sonra, başkalarına. Belki de bu yüzden çok severim rüzgarı. Varoluşla bağımı tensel olarak koruduğu için. Yine de, sadece tenime değil, tüm duyularıma dokunur rüzgar. Hiç göremeyeceğim diyarlardan kokular getirir bana. Hafızamda görüntüye dönüşen anıları canlandırır bir dokunuşla. Bir de sesi vardır ki, tüm mırıldanmaları, haykırışları, kahkahaları ve kimsenin duymadığı o sonsuz iç sesleri; yani var oluşun yaratımda olduğu tüm o anları, içinde biriktirip fısıldar tüm dünyaya. Tam bir gezgindir rüzgar. Heybesinde hep bir önce geçtiği yerlerin hediyelerini barındıran. Gördüklerini, duyduklarını, kokladıklarını, tattıklarını ve tüm bildiklerini başka

Metaevrene Doğru Son Sürat Giden Bir Dünyaya İtiraflar

Resim
Hellen Keller'in ismini duymuşmuydunuz hiç? Bebekken geçirdiği bir hastalık sonucu kör, sağır ve dilsiz kalan, ama herşeye rağmen bir pedagog olmayı başarmış, o muhteşem kadın. Sadece tenin duyumları ile algılanan ve yaşanan bir hayat. Bazen kendimi buna çok yakın bir varoluşta hissediyorum. Ve şu an içinde yaşadığımız bu dünyada, bu şekilde yaşamak, her gün daha da zor ve acı verici geliyor bana. Her insanın ağır basan bir duyusu var. Kimisi daha görsel, kimisi daha işitsel, kimisi de benim gibi daha dokunsal. Hiçbiri bir diğerinden daha üstün ve özel değil. Peki ne demek dünyayı dokunsal ağırlıklı algılamak ve yaşamak? Bir ortama girdiğinde, o ortamdaki görünen ya da görünmeyen herşeyi ilk önce bedeninde hissetmek demek. Titreşimleri, akımları, mekanın ayak tabanlarının aracılığı ile bedenine dokunuşunu, ve hatta diğer canlıların duygularını ve düşüncelerini bedeninde hissetmek demek. Diğer insanları mimiklerinden, hareketlerinden, duruşlarından algılamak demek. Onlarla iletişime

Bir Yıl Sonra...

Bir yıl geçti. Pandeminin içinde, dönebilen, kendi içine döndü. Hayat önce yavaşladı. Sonra durdu. Böylece, korkular yüzeye çıktı."Beni gör artık!" diye böğürdüler. Ama görmek yetmiyordu. Onları anlamak, kabul etmek, ve varlıklarıyla yaşamayı öğrenmek gerekiyordu. Ne de olsa bütünün parçasıydılar. Işığın, gölge tarafıydılar. Artının eksi kutbuydular. Gündüzün gecesiydiler. Güneşin ayı idiler. Ama sonsuz bir zamandan beri, "öteye" itildiydiler. Lanetliydiler. Görünmezdiler. Pandemi, onların tekrar ışığa, güne, aydınlığa, görünürlüğe çıkmalarına vesile oldu. Çok uzun zamandan beri bekliyorlardı bu anı. Ve çok öfkeliydiler. Bu yüzden, gün yüzüne çıkarken, yaralı bir panter gibi saldırgan ve güçlüydüler. Önce eğilmek gerekecekti onların bu gücünün önünde, saygı ile. Saldırganlıklarına alan açmak da gerekliydi gün yüzünde. Kolay olduğunu kimse söylemeyecekti. Ama başka seçenek de yok gibiydi. Yap hep ya hiç zamanıydı. Alan açmak, şefkatin ilk göstergesiydi. Kucak açmakt