Ötesi
Öteden beri, en azından çocukluğumdan beri, bu yaşamda deneyimlediklerimin ötesinde bişeylerin olduğu hissi ile, var oldum. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Hep daha derinde, daha ötede, bir şeyler vardı. O şeylere ulaşma tutkusuyla hareket ettim çoğu zaman. Görünen ve bilinenle değil, görünmeyen ve bilinmeyenle muhabbet etmek içindi, yoldaki her adımım. Görünen ve bilinen sadece birer kılıftan ibaretti. Ötesi ise, asıl olan. Kolay değildi asıl olanla karşılaşmak. Korkutucuydu çoğu zaman. Bazense, büyüleyici. Ama en zoru da, onu görsen bile, algılayamama riskini taşımandı. İşte tam da bu noktada, algılayabilmenin sırrı gizliydi. Anlayabilmenin sırrı: Değişim. Zihninin eskiye ölüp, yeniye doğması. Tutunduklarını, alıştıklarını, bildiklerini bırakıp, bilinmeyene alan açabilmesi. İşte bu yüzden, her gün, merakla ve şefkatle oturmaya gayret ediyorum. Zihnimin derinlerine. Kalbimin içine. İçimdeki ötesi ve ötekinin barındığı yere. Görünür olan, bir ipucu vermeye devam ederken bakana, sa