Kayıtlar

Aralık, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Bir" gün işte...

Genelde günlerimi anlatmayı çok sevmem. Akşamları eve gelince "nasıl geçti günün?" diye sorar eşim. Hemen bir cevap bulamam. Düşünmem ve sindirmem gerekir böyle bir soruyu. Doğru sözcükleri bulmak için susmam gerekir. Sabırsız olan eşimse bu sessizliğimi çok bekleyemez ve başlar kendi gününü anlatmaya. O zaman ben de, tek çocuk olarak geçirdiğim küçüklüğümden, ta bu zamana kadar taşıdığım bir alışkanlıkla, içimde tutmaya devam ederim günün bana kattıklarını. Annem ne çok kınardı eskiden herşeyi kendime saklayışımı. Şimdilerde ise alıştı, çünkü başka türlüsünü beceremediğimi sonunda anladı. Ama bu sefer işte, yazasım geldi bir günün beni bana kavuşturuşunu. Bir yola çıktım dün. Gittim, gördüm, öğrendim. İçimde biriktirdim. Düşündüm ve hissettim. Tek bir çizgi üzerinde gittim ve geldim. Ama içimde zigzaglar çizdim. Dervişler gibi döndüm helezoni.  Sabah şiddeli bir yağmur eşlik etti evden çıkışıma. Göz gözü görmezcesine ağladı gökyüzü. Yollardaki arabalar tüm panikleriyle hız

Yazar-Okur-Yazar-Kitap

Elif Şafak'ın kitaplarının içine düştüm yine. Sanki görünmeyen bir el, beni hiç ummadığım bir anda itti yeninden tutkuyla okumaya. "Aşk" la bıraktığım yola, "Firarperest"le devam ediyorum şimdi. Sırada bekleyenler de var başucumda: ilk romanı "Pinhan",  "Siyah Süt" ve "Baba ve Piç". Her seferinde hayret ve heyecanla, sanki kendim yazmışcasına okuyorum satırlarını. Bir yazarın dilini kendime bu kadar yakın hissetmemiştim son zamanlarda. En son Vladimir Nabokov'un "Bir Günbatımı Ayrıntıları" olmuştu vazgeçilmezlerim arasında. Ama Elif Şafak biraz daha başka. Anlatması zor. Sanırım kendisi de bu zorluğu fark etmiş ki şöyle yazmış satırlarında: Nasıl anlatsam aslolanın okur ve yazar arasında değil, okur ve kitap arasında kurulan bağ olduğunu? Nasıl anlatsam kitapların yazarlarına değil, aslında onları seven, anlayan ve sahiplenen okurlara ait olduğunu? Nasıl anlatsam benim baktığım yerden tek tek her okurun ayrı, ayrıcalık

Rüzgar'ın sözleri...

Resim
Güneyden esen rüzgarlar Günlerdir devam ederken Aklıma gelen sorular zihnimde birikirken Ve cevapları yavaş yavaş içimden dökülürken Gözlemlediklerim şunlar: Bazı rüzgarlar inatçıdır. Çünkü ağaçların ne kadar derinlere sarıldığını merak eder. Bazı ağaçlar ise hem köklerini hem de gövdelerini esnek tutarak rüzgara boyun eğer. Bunlarından biri Alaçatı yöresinde yetişen Katran Ardıçıdır. Biçimi kendiliğinden rüzgarla savrulmuş gibidir. Sanki olacaklara karşı yerini almış hazır beklemektedir. Epeydir süren ve evimizi, bahçemizi ve içimizi test eden rüzgar hazretlerinin Neden bu kadar ısrarcı olduğunu, Ardıç ile tanıştıktan sonra daha iyi anladım. Duymakta direndiğimiz sözlerini şimdi daha iyi duydum: "Hadi bak kendine" diyor, "Hayatında sağlam olan ne? Gitmesi gereken ne? Bırakmakta zorlandığın ne? ve Bırakmaman gereken? " "Yeterince sarılıyor musun içine? Derinlerine kök salıyor musun bakalım?" Hadi dur ve bak, sarsıldıkça verdiğin tepkiye, Ruhun acıyla kırıl