Kayıtlar

Temmuz, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zümrüt

Resim
Dün akşam okuldan iki arkadaşımız bize çaya geleceklerdi. Yeni evimizin ilk ziyaretçilerini beklerken bahçede ucu sıcaktan genleşen hortumu fıskıyesine takmak üzere oturdum. Bir süre sonra bir de baktım bir kedi bana doğru geliyor. Sevimli mi sevimli, yumoş ve çok cana yakın bir tekir kız. Kedi delisi olarak evde sürekli bulundurduğum kedi mamasından ikram ettim kendisine. Pek mest oldu. Nereye gitsem beni takip ediyor, bacaklarıma sürtünüp miyavlıyor, yerde yuvarlanıp göbeğini sevdiriyordu. Böylece, ön verandamızda yan yana oturup beraber beklemeye başladık misafirlerimizi. Zeynep ve Cengiz geldiklerinde "aaa kedi mi aldın" dediler bana. "Bu kedi az önce geldi ve gitmedi" dedim. Vaktiyle Safo adlı kedilerine baktığımız ve en az bizim kadar hayvan delisi hatta koruyucu melekleri olan arkadaşlarım, "Sanki yıllardır seninle yaşıyormuş gibi davranıyor bu kedi" dediler bana. Ferit geldiğinde ona da çok sıcak davrandı, kendini uzun uzun sevdirdi. Bütün akşamı h

35 Fu 580

Eskiden arabanın sürücü koltuğunda oturmak biraz tedirgin ederdi beni. Zaten onyedi yılda üç beş kez oturmuşluğum vardı o koltuğa. Arka koltukta oturup hayallere dalan tiplerdendim ben daha ziyade. Ama koşullar ve seçimler gereği, artık Fu'mun ön koltuğunda, her sabah önce limon ağaçlarıyla çevrili bir toprak yoldan, sonraysa yükseklerden denize açılan otoyoldan gidiyorum işe. Ve fark ediyorum ki: Yolda giderken sonsuzluğa açılan "ileriye" konsantre olmak, bir nevi meditasyon... Ev den ilk çıktığımda beni karşılayan ağaçlıklı toprak yolda giderken, aralıyorum pencereyi ve rüzgarı davet ediyorum içeri, cırcır böceklerinin sesi eşliğinde. Otoyola çıktığımda hız yüzüden penecereler kapanıyor, yerini klimanın serinliği alıyor ve iyice sesini açtığım müzikler benliğimi sarıyor. Sonra ver elini özgürlük hissi:) Arada bağıra bağıra şarkı söylediğim de oluyor, Fu'mun kulaklarının pası gidiyor:) Yolda giderken aldığım sorumluluk beni daha da dinç yapıyor. Sonunu önemsemeden &q

Yeniden

Yeni bir hayata yeni bir evde başlamak ne güzelmiş. Yeni taşındığımız evin bahçesine diktiğimiz Manolya ağacı, meğer doğa sevgisini simgelermiş. Çok daha doğal ve huzurlu bir ortamda uyumak ve sabah güneşiyle uyanmak da pek önemliymiş. Bunları hergün daha da net farkederek yavaş yavaş yerleşiyoruz yeni mekanımıza. Daha açılmamış kutular, düzenlenmemiş raflar var bizi bekleyen ama oturdukça enerjimizin sineceği bu yeni eve şimdiden alıştık. Şehire olan uzaklığı ve otobandan gelen rüzgarımsı sesi önceleri dert etmiş olsam da, şimdi anlıyorum bu evin değerini. Hele de hava kararıp yeryüzü yıldızları yanınca karşıki dağların eteklerinde, Miyazakinin çizgi filmlerindeymiş gibi hissediyorum kendimi. Bir rüzgarda uçuverecek gibi özgür ve huzurlu, gözleri kamaştıran renkli ışıkların içinde hayali ve sonsuz . Ferit de fark ediyor özümüze yerleşen değişimleri. Bahçeyi sularken mis gibi kokan limon selvilerle konuşuyor için için. Sabahları neşeli ve huzurlu gülümsüyor bana. Evet pekçok şeye uzak,