Bıraktım...

Haziran 2002, Amsterdam.

Bıraktım. Yaşamla ilgili bütün soruları, tekrarların sırrını, tesadüflerin gizli düzenini, insan ilişkilerinin yaralarından akan aynı hataları, aynı beklentileri, aynı korkuları, aynı eksiklik acısını doldurma çabasını.Bırakım, ne zaman gözümün önünde canlanacağı belli olmayan geçmisin silik, gelecegin donuk hayallerini.

Yine de insan ilişkilerinde hep tekrarlanan bir şey acıyla aklıma battı, akşamın bitiminde oturduğum yanlız parkta. Boş bir arayış çabasından doğan tüm ilişkilerin, nasıl da savurganca tüketildiğini, insanların içlerindeki yaraları nasıl sürekli kanatıp yeniden iyileştirmeye çalıştıklarını ve tüm bu tekrarların arasında, nasıl da önemli bir gerçeğin üstünü başarıyla örttüklerini, tüm açıklığıyla kavradım. Herkesin farklı bir geçmişi, farklı bir ruh hali, farklı beklentileri, farklı kendini ortaya koyma çabası var.
Ama bu sonsuzluğa uzanan farklılıklar zincirinde ortak olan tek birşey var, o da sevgi enerjisi. Her insanın içinde o enerjiyle ilgili bir titreşim mevcut. Çoğu zaman ona ulaşamama korkusu, kimi zaman onu bencilce kendine saklama arzusu. Ve ender olarak, onun aslında herşeyde var olduğunu, ve en çok da karşılıksız, koşulsuz, aktığında gücünün yüksek olduğunu farkettiğimizde, hissedilen özgürlük ve huzurun anlık bilinci.

Işte böyle bir anı tekrar yakalama çabası içerisinde, onbir yaşlarındaki top koşturan bir oğlandan başka kimsenin bulunmadığı bir parkta, amaçsızca oturuyorum. Aslında kimse yok gibi gözükse de, Kalverstraat’in en kalabalık saatlerinden bile daha yoğun bir topluluğun içerisinde bulunduğumu biraz geç kavrıyorum.Toprakdaki gizli deliklerden fırlayan sayısız karıncanın bacaklarımın ve defterimin üzerinde cirit attığını, onları yemek üzere sakin ve heybetli adımlarla ilerleyen siyah bir böceği, pat diye saçlarıma konup pat diye yönsüzlüğe havalanan yaprak elbiseli yeşil sinekcikleri, kendine kar süsü vermiş ama daha çok beyaz bir ışık hüzmesini andıran ağaç polenlerini, epeydir beni izlediğini yeni farkettiğim gri bir tavşanın, içlerinden ışık süzülen pembe kulaklarını, arkalarında sakladıkları güneşi dans eden yapraklarının arkasından cimrice akıtan kavak ağaçlarını, uzakta olmasına rağmen sesinin etrafımda çınladığı bir köpeğin, öksürüğü andıran havlamasını, aynı anda algılayıp farklı şekilde kaydediyorum içime. Hafif bir rüzgar bütün bu algıları toplayıp uzaklara, başka hayalperestlerin algılayışına götürüyor.Uzaktan küçük olduğunu sandığım oğlan, bana yaklaşınca, bedeninde genç bir delikanlıyı görmek hafifce gülümsetiyor beni
.
Zamanın da böyle olduğunu, uzak geçmişdeki küçük bir çocuğun büyüyüp bir anda genç bir delikanlıya dönüşmesinin, garip bir aldatmaca yüzünden uzun bir süreçmiş gibi gözüktüğünü hissediyorum. Bütün bu düşünceler, bu hisler, bu algılar hızla dönmeye başlıyor etrafımda. Sallantısı, onu yanlız bıraktığımda devam edecek olan salıncakta, gökyüzüne uçuyorum.
Drawing by: Myriam Hammani

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Gagalı Siyah Kuş

Fu (Japonca Rüzgar)

Karadeniz, Yente Yaylası ve diğerleri...