Gülümşeyiş
6 yıl önce yazdığım yazılar geçti elime. Sürrealist bir biçimde anın içindeki detayları yakalamayı ne çok seviyormuşum meğer. Eski Fulya ve şimdiki Fulya arasında pek çok şey geçti ama bazı şeylerin aynı kaldığı kesin..
Vakit buldukça bu yazıları paylaşacağım sizlerle..işte tarihte bir yolculuk!
13-05-2000 Batıkent Yolunda
Nedenini bilmek istemediğim bir kıpırtı, gözlerimi pencerenin dışında akan kar tanelerine çevirttirdi. Biraz dikkatlice bakınca, rüzgârda savrulan taneciklerin ilkbaharın sıcak ve iç gıdıklayıcı polenleri olduğunu gördüm. Oysa daha dün gibiydi, yalnızca sokak lambalarında yakalayabildiğim kar taneleri. Zamanın akışını fark etmeden yaşamak acı verdi bana. Bir kış rüzgârı edasıyla ağaçları dans ettiren rüzgâr, ılık bir gökkuşağının altından gelen mis kokulu baharın habercisiydi oysaki.
Yıkık dökük ve melodisi hiç dinlemediğim Japon müziklerini andıran 60 model bir otobüse binmek için terk ettim, zamanın uğramadığı evimi. Ceketleri tozla kaplı yanık tenli adamların, ve günleri çay saatlerinden oluşan kucağı çocuk dolu şişman kadınların bakışları altında, hiçe saymaya alıştığım kirli pencereye yasladım kafamı. Gelip giden çocuk mırıltıları ve erkek kahkahaları arasından zorla duyulan dışarısının sesini gözlerimle yakalamaya çalıştım ve görüntülere bıraktım kendimi.
İşe giden enseleri yanmış sanayi işçilerinin evde bekleyen annelerini düşündüm. Ve kimliksiz sokak köpeklerinin çimlere yayılışına imrenen tozlu bir dilencinin evde bekleyen çocuklarını. Tam önümde oturan genç bir annenin ve kucağındaki kızın, güneşle parıldayan kestane renkli saçları gözümü çeldi bir an için. Çukurlara inip çıkan otobüsün sarsılışıyla dalgalanan, birbirleriyle hem aynı hem de farklı olan bu iki saçın, bir birine karışıp bir bütün oluşunu izledim. Annesinin boynuna sarılmış küçük kızın, neşeli şarkısına eşlik etmek istesem de, vesikalık bir fotoğrafa poz verir gibi duran donuk ve ruhsuz yüzümü, pozu bozmamak için hiç kıpırdatmadım. Sert bir çukurda dengesini iyice kaybeden otobüs küçük kızla göz göze getirtti beni. Ömrümde görmediğim kadar özgür bir çift mavi gözün içinde kayboldum ve tüm içtenliğiyle pozumu bozmak uğruna koca bir gülümseyişle cevap verdim ona. Utanmış yüzünü cama çevirdi küçük kız. Ve ben, akıp giden yaşam parçalarının onun mavi gözlerindeki yansımasını hayal ettim. Dayanamayıp bir bakış daha attı bana, o beyaz dişlerinin ve minik burnunun üstündeki bir çift mavi dünya ile. Hiç olmadığım kadar mutlu hissettim kendimi ve beş yaşımdaki halimle yeniden gülümseyiverdim ona. Sessiz iletişimimiz yol boyu sürdü. Bir ara annesinin yana çevrilmiş yüzüne bakıp aynı mavi gözlerin onda da olduğunu fark ettim. Birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki, tarihin kendisini izliyordum: annenin küçüklüğü ve kızın büyüklüğü yan yanaydı sanki.
İnmem gereken durakta, otobüsün durmamasını çok istedim, ama orada inen tek kişi tek kişi ben olmama rağmen, binecekleri beklemek için uzun uzun bekledi otobüs. Bakışmalarımızı bir oyuna çevirmiş küçük kıza, son bir kez bakmak için, düğmeye basmadan önce arkamı döndüm ve meraklı bakışlarla beni izleyen o mavi gözlerin, muthelemen bir daha hiç göremeyeceğim o tatlı bakışların içinden yansıyan güneşe baktım. Otobüsün tozlu egzozu gözlerimi yaşa boğuncaya kadar hayalimde canlı kalan küçük kızın, kim bilir nasıl bir yaşamı olacağını düşledim ve yeni hayatlara bırakmadan önce kendimi, önemsiz gibi gözüken küçük bir gülümseyişin ne kadar etkili olabileceğini, bana gülümseyen çocukluk fotoğrafımı yerden almak için eğildiğimde, tekrar anımsadım.
Vakit buldukça bu yazıları paylaşacağım sizlerle..işte tarihte bir yolculuk!
13-05-2000 Batıkent Yolunda
Nedenini bilmek istemediğim bir kıpırtı, gözlerimi pencerenin dışında akan kar tanelerine çevirttirdi. Biraz dikkatlice bakınca, rüzgârda savrulan taneciklerin ilkbaharın sıcak ve iç gıdıklayıcı polenleri olduğunu gördüm. Oysa daha dün gibiydi, yalnızca sokak lambalarında yakalayabildiğim kar taneleri. Zamanın akışını fark etmeden yaşamak acı verdi bana. Bir kış rüzgârı edasıyla ağaçları dans ettiren rüzgâr, ılık bir gökkuşağının altından gelen mis kokulu baharın habercisiydi oysaki.
Yıkık dökük ve melodisi hiç dinlemediğim Japon müziklerini andıran 60 model bir otobüse binmek için terk ettim, zamanın uğramadığı evimi. Ceketleri tozla kaplı yanık tenli adamların, ve günleri çay saatlerinden oluşan kucağı çocuk dolu şişman kadınların bakışları altında, hiçe saymaya alıştığım kirli pencereye yasladım kafamı. Gelip giden çocuk mırıltıları ve erkek kahkahaları arasından zorla duyulan dışarısının sesini gözlerimle yakalamaya çalıştım ve görüntülere bıraktım kendimi.
İşe giden enseleri yanmış sanayi işçilerinin evde bekleyen annelerini düşündüm. Ve kimliksiz sokak köpeklerinin çimlere yayılışına imrenen tozlu bir dilencinin evde bekleyen çocuklarını. Tam önümde oturan genç bir annenin ve kucağındaki kızın, güneşle parıldayan kestane renkli saçları gözümü çeldi bir an için. Çukurlara inip çıkan otobüsün sarsılışıyla dalgalanan, birbirleriyle hem aynı hem de farklı olan bu iki saçın, bir birine karışıp bir bütün oluşunu izledim. Annesinin boynuna sarılmış küçük kızın, neşeli şarkısına eşlik etmek istesem de, vesikalık bir fotoğrafa poz verir gibi duran donuk ve ruhsuz yüzümü, pozu bozmamak için hiç kıpırdatmadım. Sert bir çukurda dengesini iyice kaybeden otobüs küçük kızla göz göze getirtti beni. Ömrümde görmediğim kadar özgür bir çift mavi gözün içinde kayboldum ve tüm içtenliğiyle pozumu bozmak uğruna koca bir gülümseyişle cevap verdim ona. Utanmış yüzünü cama çevirdi küçük kız. Ve ben, akıp giden yaşam parçalarının onun mavi gözlerindeki yansımasını hayal ettim. Dayanamayıp bir bakış daha attı bana, o beyaz dişlerinin ve minik burnunun üstündeki bir çift mavi dünya ile. Hiç olmadığım kadar mutlu hissettim kendimi ve beş yaşımdaki halimle yeniden gülümseyiverdim ona. Sessiz iletişimimiz yol boyu sürdü. Bir ara annesinin yana çevrilmiş yüzüne bakıp aynı mavi gözlerin onda da olduğunu fark ettim. Birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki, tarihin kendisini izliyordum: annenin küçüklüğü ve kızın büyüklüğü yan yanaydı sanki.
İnmem gereken durakta, otobüsün durmamasını çok istedim, ama orada inen tek kişi tek kişi ben olmama rağmen, binecekleri beklemek için uzun uzun bekledi otobüs. Bakışmalarımızı bir oyuna çevirmiş küçük kıza, son bir kez bakmak için, düğmeye basmadan önce arkamı döndüm ve meraklı bakışlarla beni izleyen o mavi gözlerin, muthelemen bir daha hiç göremeyeceğim o tatlı bakışların içinden yansıyan güneşe baktım. Otobüsün tozlu egzozu gözlerimi yaşa boğuncaya kadar hayalimde canlı kalan küçük kızın, kim bilir nasıl bir yaşamı olacağını düşledim ve yeni hayatlara bırakmadan önce kendimi, önemsiz gibi gözüken küçük bir gülümseyişin ne kadar etkili olabileceğini, bana gülümseyen çocukluk fotoğrafımı yerden almak için eğildiğimde, tekrar anımsadım.
Yorumlar