Bensizliğe



Gece 12.11 olmadan, yatağımda uykuya geçerken anlamlandıramadığım hisler ve ürpertiler sardı içimi...sanki birisi kafamı okuşuyor, düşüncelerim uyuşuyordu...her zamanki gibi korkusuz olamadım ve ışığı yakıp hislerden kurtulmaya çalıştım...sonra derin bir uyuya dalmışım..sabah uyandığımda başucu lambam hala yanıyordu...korkularımın üstüne bu sefer de gidememiştim... kendimi olanlara bu sefer de bırakamamıştım ..neden korkuyordum bu kadar...korkunun kaynağı neydi...neye güvenmiyordum..yok olmak mı rahatsız ediyordu beni? Cevap olabilecek bir alıntı karşıladı beni sabah maillerimde...

We are afraid to die. To end the fear of death we must come into contact with death, not with the image which thought has created about death, but we must actually feel the state. Otherwise there is no end to fear, because the word death creates fear, and we don't even want to talk about it. Being healthy, normal, with the capacity to reason clearly, to think objectively, to observe, is it possible for us to come into contact with the fact, totally? The organism, through usage, through disease, will eventually die. If we are healthy, we want to find out what death means. It's not a morbid desire, because perhaps by dying we shall understand living. Living, as it is now, is torture, endless turmoil, a contradiction, and therefore there is conflict, misery and confusion. The everyday going to the office, the repetition of pleasure with its pains, the anxiety, the groping, the uncertainty - that's what we call living. We have become accustomed to that kind of living. We accept i t; we grow old with it and die.
To find out what living is as well as to find out what dying is, one must come into contact with death; that is, one must end every day everything one has known. One must end the image that one has built up about oneself, about one's family, about one's relationship, the image that one has built through pleasure, through one's relationship to society, everything. That is what is going to take place when death occurs.
Khrisnamurti
Bir ağaca sarılır gibi dayanmak, bırakmak istiyorum kendimi, bensizliğe...

Yorumlar

+ dedi ki…
iki tane dogru kelimeye
bir at
verirdim

olsaydı.

yazı, hayatı da, ölümü de öyle yakınından anlatmış ki...
şaşırdım.

'hergün bildigin bir şeyle baglarını koparmak'...
kelimeler, bu cümlenin anlamının farkında degil. bazen, kelimelerin makina oldugunu düşünüyorum. makinalar ne yaptıgını hiç bilmez; 'pulse'lar komutları taşır sadece.

akıllı degiller. asabımı bozuyor aradaki boşluk.

ki, şu anda kelimeleri kullanarak, kelimelere küfür ettigim için, gözümde daha da aptallar... ve bu beni de aptal yapar.

'yaşamak eylemi içinde ölümün pratigi'
kesinlikle dangalakça bir şey.
bu baglamda b. russell gibin kendime 'logician' diyesim geliyor.
mantıksız.
arabayla yürümek gibi.

fakat, biz insanlar kitap satın alır,
eve gelip, sayfa sayfa başka bir deftere çekeriz.
buna çalışmak deriz.
demek yazarak okumak mümkün.

o halde, yaşayarak ölmek de mümkün olabilir.

olasılıklar, olmalı mıdır?

. . . . . .

aile, arkadaşlık, sevgili, yurt, ev... bunlardan sonra tek bir şey kalıyor: umut.
bütün umutlarını öldürdügün gün,
güzel bir gün olabilir.
artık yalana da hiç ihtiyaç kalmaz.

oz/
nilufer dedi ki…
Bence doğduğumuz anda öldük zaten Fujiyamaa..Bedensel, fiziksel anlamda baktığında zaten ölüyüz, rüyada yaşadigimiz için rüyayı gerçek algılıyoruz ve ruyaya uyanmadıkça bunu anlayamıyoruz..Sen meditasyon yaptıında sonsuz sınırsız varlıgınla başbaşa kalıyorsun degilmi, ne ölüm var ne yaşam orada sadece SEN varsin..)Korkuya teslim olamayan ben'ini sarıp sarmala,teslim olmasa da direnemez nasıl olsa o sevgi karşısında ))
Fuliyama dedi ki…
Sevgili Ozi ve Nilü,

Yaşayarak ölmek, ölerek yaşamak, okuyarak yazmak, yazarak okumak,ve daha niceleri, hepsi mümkün, hatta kaşınılmaz geliyor bana. Aslında ölmediimiz bir gün yok ki! Her gün binlerce hücre ölüyor içimizde, ve yenileri doğuyor. Binlerce Fulya var olup yok oluyor içimde. Ben ne kadar onları tek'e indirgemeye çalışsam da, kimliklere, resimlere sığdırmaya çalışsam da, mümkün diil. Nefes aldığımız her saniyede, bir saniye ölüyor ve yenisi doğuyor.Yediklerimiz ve içtiklerimiz içimizde ölüyor ve yeniden doğuyor. Hayatımıza girip çıkanları sürekli yeniden öldürüp doğuruyoruz algılarımızda. Geceyle ölüp gündüzle yeniden doğmuyor muyuz bir nevi? Bu yüzden doğmaktan ayrı kullanasım yok ölmeyi...ya da bu döngüden ayrı..

Yine de insan olmanın getirisi bir şeylere tutunma arzusu, en başta da bedene..bu yüzden sinir de oluruz ölüme ve geçiciliğe yeri geldiğinde, kızarız da kelimelerin boşluğuna anlamsızlıktan korktuğumuzda...bunu da kabul etmek lazım olduu gibi yargısız..çünkü yargı bu döngüyü tıkayan bişey, oysa ölüm ve yaşam iç içe geçmiş katıksız..

Yaşam içinde ölüm pratiği "yapılan" bişi diil, kaçınılmaz bir var oluş biçimi bence..doğduğumuz anda öldük başka bir var oluşa ve yeniden doğacagız, öldüümüzde insanlığımıza..

Asıl ölüm (yani "dead end" diye bişey varsa) bu değişime direnmektir bence..Khrisnamurti'nin de dediği gibi, "one must end every day everything one has known"...in order to LİVE and to CONTİNUE...

Sevgiyle...
+ dedi ki…
yine abuk subuk seyler geldi aklima,
ama bu sefer sansür ettim :)

fakat, bu vesileyle
'ölüm'ün toplumda ayıp karşılandıgı gibi bir fikir vuk'u buldu bende.
hoşuma gitti tabii.

utangaçlık güzel şey...

oz.
+ dedi ki…
bir de,
hayatla ölümün birlikteligini
aklım alıyor almasına ama
kendim anlamıyorum.

'dirim'diye bir kelime var(mış).

benim ev arkadaşı rob,
'ateistim ben' diye tanıştı.
kızgın bir de...
'iyi' dedim, 'ben inanırım'
'nerden biliyorsun'
'kanıtlasana!' dedi.
felsefe okuyor da.
'şimdi, şurada var gücümle bogazını sıksam,
nefes almaya çalışmaz mısın' diye sordum.

dirim o işte.
nefes almaya duyulan şehvet.

can havli.

bunu iradesiyle nasıl yener insan,
işte onu anlamıyorum.

birazını anlıyorum, birazını anlamıyorum.

yoksa, dediklerini anladıgımı sanıyorum :)
Fuliyama dedi ki…
dirim..diri olmakla alakalı galiba...

iradeyle (ki burada kullanmak istediim kelime tam irade mi emin diilim) "imkansızı" yapan pek çok adam var bu dünyada..benim de aklım almıyo ama kalbim de hiç yadırgamıyo olabilitesini..

zaten akıl nedir ki?:)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Gagalı Siyah Kuş

Fu (Japonca Rüzgar)

Karadeniz, Yente Yaylası ve diğerleri...