Beklemek...



Beklemek. Beklentiden farklı bir varoluş. Bir duruş. Bir durduruş zamanı, düşüncenin atlı karıncasını. Hızla savrulan insan selinin ortasında ansızın durabilmek mesela. Ya da kadife bir kedinin kendi isteğiyle çıktığı kucağından, yine kendi isteğiyle inmesini izleyebilmek, beklemek. Bir yere yetişmek için, otobüsü, yemek servisini ya da dersin bitimini beklemek değil, dünyanın sana doğru akması için kendine izin verebilmek, beklemek. Kimi zaman, bir çayın dumanından başlayıp, bir yelkenlinin rüzgarında bitebilmek. Bazense sadece yarının doğuşuna eşlik etmek. Daha iyi duyabilmek için sessizliğe izin verebilmek, beklemek. Ya da yeni bir hikayenin baş kahramanının anlatısında dinlenebilmek. Dileklerin gerçeğe dönüşeceği anı istemek yerine, o anın içinde şu anda varolabilmek, beklemek. Korkudan, endişeden, güvensizlikten uzak durabilmek. Sadece durabilmek. İçindeki o dingin sesin sana herzaman doğru yolu gösterdiğini bilmek, beklemek. Beklerken ögrenmek, anlamak, görmek, hissetmek, ve yaşamı tüm yönleriyle kucaklayabilmek. İster bir ekmek kuyrugunda, ister bir filmin boşluğunda, ister bir kitabın son sayfasında, ister bir garın bekleme salonunda, istersen de bir kafenin mum ışığında, nerede olursan ol, anın içinde kalabilmek, beklemek. Paylaştığın gerçeklerin başka gözlerdeki ışıldamasını izleyebilmek. Sorduğun sorulara bir yanıt gelebilmesi için, yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmemek, beklemek. Gidenlere el sallamak, kalanlara daha çok yer açabilmek. Yaşamın geçip gitmesini izlemek yerine, dinlemek, görmek ve deneyimlemek için daha çok zaman ayırabilmek, beklemek. Nefesinin kesilip yeniden aktığı anlar arasında durabilmek, ve yolun sonunda ölümü değil doğumu görebilmek...beklemek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Gagalı Siyah Kuş

Fu (Japonca Rüzgar)

Karadeniz, Yente Yaylası ve diğerleri...